Tarih: 7 Mayıs 2016

Ha Long Bay turu için erkenden kalktık. Servis de ilk bizim için geldi, bi kahvaltı edemedik. Cam kenarına oturdum manzaraya bakarım diye ama onun yerine vurdum kafayı yattım. Sonra tuhafiye merkezi & dinlenme tesisi & heykeltıraş okulu karışımı bir yerde mola verdik.

 

Yine NUS'tan arkadaşlarla karşılaştık. Yahu yine mi siz.

Servise tekrar bindiğimde tam yine kafayı vurup yatacakken yanımda oturan eleman ürkek bir tavırla "Selam naber" dedi. İsmi Kim. Güney Koreli'ymiş. Benim Türk olduğumu öğrenince her Güney Koreli gibi samimiyeti arttırdı. Yalnız şirinlik yapayım derken her şeyi birbirine karıştırdı. Önce "Malezya nasıl bir ülke, orada yaşamak nasıl?" diye sorular sorup durdu. Ben diyorum niye Malezya'yı bana soruyor. Meğerse çantamdaki National University of Singapore yazısını görmüş, Singapur'u Malezya'nın bir ilçesi sanıyormuş. Ardından System of a Down'ın çok iyi bir grup olduğunu severek dinlediğini belirtti. En sonunda "Sen dana eti yiyebiliyor musun ya? Sizin dinde yasaktı di mi?" diyerek kombo çekti. Neyse ki konu İstanbul'daki develere kadar gelmedi.

Kendisi bilgisayar mühendisiymiş, işletim sistemleri üzerine çalışıyormuş, vah zavallı. Zamanında kardeşi Vietnam'a exchange'e gitmiş, bu da onu ziyarete diye Vietnam'a gelmiş, orada bir kızla tanışıp sevgili olmuş. (Bir bilgisayarcı için büyük bir başarı.) Patrondan kaçak olarak da sevgilisini ziyarete gelmiş. "Sanırım benle evlenmek istiyor." dedi. Ben de "Evlenme teklifi ederse kabul et, yoksa evde kalırsın." dedim. "Olmaz. Bizim oralarda bir laf vardır. Ölümü ve evliliği her zaman erteleyin." "Bir tanesini ertelemeye öncelik vermen lazım, ölmeden önce evlen." diye devam eden süper felsefi bir tartışma yaptık.

Otobüsten inip gemiye bindik. Gemide öğle yemeğini yedik. Yemekler ekşide abartıldığı gibi kötü değildi bilakis güzeldi. Yalnız altı kişi altı çeşit yemeği paylaşıyorduk fakat garson abi çatal kaşık getirmişti. Dolayısıyla masadaki Çinliler çöpsitiklerle pilavları balıkları götürürken ben öyle kalakalmıştım. Garson çektiğim eziyeti gördü ki geldi bana çatal verdi. Şimdi yaktım çıranızı obur Çinliler! Güç bende artık!

Ha Long Bay'de öyle uzun uzun anlatacak bir şey yok, kayalar var. Kayıktayken kendinizi kayıkla iki tane dur işareti yapan kralın arasından geçen Frodo gibi hissedebilirsiniz. Yaşar Kemal'e bağlayıp uzun uzun doğa tasviri yapamayacağım, direkt resimleri atıyorum.








Sonra kayaking / bambu kayık için bir yere geldik. Su durgun olduğu halde kayaking riskini almayayım dedim, 3 kişi bambu kayığa bindik.





Kim biraz Vietnamca bildiğinden kayıkçı ablayla biraz muhabbet etti. Sonra rica etti, sırayla botun kontrolünü devraldık. Yorucu bir işmiş.



Fare deliği gibi bir yerden "adacığın" içine girdik. İçeride de manzara aynı.







Buna da "Horoz Güreşi adası" deniyormuş:


Sonra bir mağaraya girdik. Değişik renkte flörhasanlarla aydınlatmışlardı, güzeldi.







Ha Long Bay'e gidiş 4 saat sürmüştü. Dönüş 6 saat sürdü. Dönüşün neden bu kadar uzun sürdüğünü hurda olmuş bir aracın yanından geçerken anladık. Bana kalırsa günü birlik tur değmiyor. Giden olursa 2 günlük tura yazılsın. İnternetteki tavsiyeler de o yönde zaten.

*

Gece üç kişi dışarı çıktık. Sokaklar yine kalabalıktı.



Burada da tavuk döner varmış, şaşırdım. Fiyatı da 4 lira felan.



Yolda giderken kepenkleri kapanmış bir dükkanın önünde bekleyen bir adamla karşılaştık, bizi görünce kepenkleri açıp içeri buyur etti. İçerisi müzikli bir barmış. Bayağı da doluydu. Neden böyle bir şey yapıyorlar bilmiyorum. Bar gizli desen değil, kepenklere kocaman kocaman yazmışlar bilmemkimin yeri diye.



Sonradan öğrendim ki meğerse gece 12'den sonra bütün barlar clublar kapatılıyormuş. Polis gelip tabureleri toplatıyormuş. Polis gidince ise eğlence devam ediyormuş tabii, fakat biri sürekli bu şekilde etrafı kolaçan ediyormuş.

Bugün de böyle. Yarın görüşmek üzere.