Türkiye'ye 27 mayısta varmıştım. KUSRP ise 11 temmuzda başlıyordu. Aradaki zaman zarfında evde yattım, dizi izledim (Marco Polo öneririm), kitap okudum, Final Fantasy IX oynadım falan. Düşündüm de uzun zamandır böyle yatmıyordum, birinci sınıf bitti yaz okuluna gittim bitince bir ay yattım, sonra 2.sınıf-staj-linux yaz kampı-3.sınıf-finaller bittikten 5 gün sonra Singapur'da derslerin başlaması derken hiç tatile gidememiştim, iyi oldu. Neyse bunları niye anlatıyorsam.

Tatilin sonlarına gelmiştim ve bulunduğum ilçede pokemonsuzluktan çatlayacaktım. Artık bir şeyler değişmeliydi. Bavulumu ve çantamı hazırladım. Yeniden yollara eheh :D

Üniversiteleri seviyorum. (O yüzden de okumaya devam etmek istiyorum zaten ya.) Değişik fikirler, ilginç insanlar, yabancılar, karşıdakiyle samimi muhabbetler etmeye meyilli insanlar, gençler :) Daha otobüsten inip Koç minibüsüne binerken başladı olay. Bankta oturan ve öğrenci olduğu belli olan iki elemana sordum Koç minibüsleri buradan mı geçiyor dedi. Elemanlardan biri "Evet biz de oraya gidiyoruz beraber gideriz." dedi. Bunu diyen Türk'tü yanındaki ise Koreli. Kısa bir tanışma merasiminden sonra Koreli içini dökmeye başladı. "Ben İngiliz edebiyatı okuyorum ama mastıra İskoçya'ya gitmek istiyorum çünkü İskoya da Koreliler gibi, nasıl Koreliler Japonlardan çok çekmişse İskoçyalılar da İngilizlerden çok çekmiş. O psikolojiyi görmek ve yorumlamak istiyorum." Japonlar ve Korelilerin kültürel olarak çok farklı olduğunu söylüyor. "Nasıl bir fark var bir örnek verebilir misin?" diyince "Hemen! Mesela Japonlar sadece çöpsitik kullanır ve çorba kasesini ağızlarına yaklaştırıp içerler. Bizse kaşık kullanırız.". Koreliden bana gelen kültür şoku damarlarımdan kalbime doğru nüfus ederken dilim tutulmadan önce ağzımdan tek bir cümle çıktı. "Ay resmen devrim!"

Asıl öbür eleman ilginçti. Bana dedi ben okulu bıraktım. "Neden diye sormamın bir sakıncası var mı?" dedim. "Tabii yok hemen söyleyeyim." diyip iştahla anlatmaya başladı. "Ateisttim Hristiyan oldum. Tanrıyı deneyimledim. Beni Tanrı çağırdı. Doğru yolu bulunca böyle dünyevi işlerle uğraşasım gelmedi. Okulu bıraktım." dedi. Minibüsten inerken de "İncil'i oku. Yakında ilginç şeyler olacak." dedi. 4 gün sonra darbe girişimi oldu. Yoksa bu da FETÖ'nün bir oyunu muydu? Aklımda deli sorular.

Minibüste son konuştuğum kız ise benim gibi KUSRP için gelmişti. Hangi bölümü okuyorsun dedim "Daha alan seçmedim." dedi. Meğer liseliymiş. KUSRP'te bir çok liseli mevcut.

İlginç insanlara daha çok örnek var. Ortadoğu ilgisini çektiği için Politikayı Fizikle çift anadal yapıp, barmenlikten kazandığı paralarla buraya gelen Amerikalıdan "Kanadalıyım" diyip İngilizcesi "aryudisko" kıvamında olan, sonradan öğrendiğim kadarıyla liseyi de benim lisenin karşısında okumuş olan çatlak kıza :) Suriye Türkmeni olup da babası ve kardeşini savaşta kaybedince üniversitesinde 5-6 dersi kalmasına rağmen buraya kaçan, orada Türkçe konuşmak yasak olduğu için Türkçeyi burada öğrenen, dolayısıyla dağ gibi cüssesine rağmen Zeki Müren kibarlığında konuşan elemanla Türkçe sohbet ettikten hemen sonra yanındaki "Hong Kong Türkü" liseli kardeşle Çince konuşmak. Daha kazısak kim bilir ne hayatlar çıkacak karşımıza.

Koç Üniversitesini beğendim. Tercihler bitti reklam yapmanın bir anlamı kalmadı ama çektiğim resimleri atayım.

Yurtlar bölgesi:
Merkez kampüste kalıyoruz, fakülteye 5-10 dakika. Yurtlar bölgesi oldukça kompakt tasarlanmış, tüm yurtlar bir arada. Bunun olumsuz tarafı biraz gürültülü olabiliyor.





Özürlü Kuşbakışı:   (Ben çektim. :)

Şu çadırlı çim alanın üstü "Portal", sol üst köşe ise yurtlar.



Bizim yurt: (Çiçekler güzel)



Telefon direğimiz (?) bilem var:



Etkinlikler on numero:





Kampüs:

Kampüse giriş şuradaki "Portal"dan:





Kampüs küçük. Bilkent'te bir tane ana yol var, fakülteler ise onun etrafına dizilmiş. Elektronik binasından inek inek çıkıp yemekhane kokusunu içinize çekip kütüphane önünde sigara içenlere selam verip G binasının tuhaf siluetine göz gezdirip Fen binalarının mimarisine bir kez daha hayran kalıp A binasından çıkan fen-edebiyatçı arkadaşınıza merhaba deyip Speed'in önünde takılan elemanlar ne boş tipler diye söylenip en sonunda mimarlığın önündeki garip tiplerden korkup kaçarak yurtdunuza varabilir en sonunda bana "wow such edebiyat" diyebilirsiniz. Koç'ta ortada fakülteler var ama, ya aralarına girip kaybolacaksınız ya da yanlarındaki dar yollardan sıvışacaksınız. İki alakasız fakülte birbirine bakıyor. Bilkentteki gibi yola dizilme olayı yok yani. Mimari güzel ama binalar hep tek tip. Ben çok hoş bulmadım.

Şu resme bakarsınız yandan sıvışmadan neyi kastettiğimi anlayacaksınız:



Amfitiyatro gibi bir şey var. Buradan düşüp yuvarlansam ölür müyüm lan acaba? Bunu konuştuk arkadaşlarla.





Pokemoncular:



Evet orada lure vardı.

Vehbi Koç Heykelini bünyesinde bulunduran bu yer ise kampüsteki tek Pokemon Gym'i:





Çim Alan:

Kampüs içinde gördüğüm tek çim alan burası. Ufak ama frizbi oynamak için iş görüyor. İlk üç hafta çocuklar tarafından işgal edilmiş durumdaydı. (öndeki saf da benim İranlı lab arkadaşım :P)



Nihayet gittiler biz de frizbi kulübü kurduk. Üyelerin çoğu Hindistanlı. Ne frizbi sevgisi varmış bu Hindistanlılarda arkadaş.



Kütüphane:

Yazları gazlanıp çılgınlar gibi kitap okuduğumdan hemen kütüphaneye gittim. Kütüphane Bilkent'in kütüphanesinden küçük. Fakat tasarımını beğendim:





Yaz olduğu için 5'te kapanıyor fakat içinde 24 saat açık bir kısım da var.

Bir de susalım diye susma derecelerini çıkarmışlar:



Spor Salonu:

Koç'un en sevdiğim yanı spor salonu! Koşu bantlarında televizyon var! Bir yandan koşuyorum bir yandan belgesel izliyorum. İki ay sonra hem fit hem de entel olarak çıkacağım buradan eheh.



Basket sahası da 24 saat açıkmış.



Yemekhane:

Çok üst düzey espriler var burada.



Mühendislik Fakültesi:

Mühendislik fakültesinin olduğu yer zevkli döşenmiş.








Böyle bir şey koymuşlar tarihi eser diye ama biz bunları Tayland'da taksi niyetine kullanıyorduk?:



Ve nihayet ofisimiz.



İsmi Kuluçka Merkezi. Asistanımız Ozan'a göre burası fikirlerin kuluçkalandığı yermiş. Bana göre ise çok oturduğumuz için altımızdan yumurta çıkıyor o yüzden bu isim verilmiş. Eheh.



Bir de Batı Kampüs var. Batı Kampüs'te yurtlar, mastır/doktora öğrencisi evleri ve hoca lojmanları var. Börekçi, subway, sushico vs. çeşitli yemek tükkanları ve bir de bar var.

Batı Kampüs'te peşin satanların oturduğu yer:



***

Fotoğraflar bu kadar, şimdi ilk haftayı anlatayım. İlk gün oryantasyondu. Bize atanmış olan "mentor" öğrencilerle buluştuk. Ufak bir kampüs turundan sonra ofislerimize dağıldık. Ben projeyi seçerken Bilkentten bir arkadaşımın çalıştığı labı seçmiştim "Bu adam hem geyik hem de işini bilen bir tip, iyi ilgilenir." diye. Ozan reis. Selamlaştım onunla. Bir de yeni elemanla. İlk hafta 4 stajer + 1 asistan 5 kişiydik, ikinci hafta 7 olduk, bir ay sonra ise 8 olacaktık. Bir de labta Kırgizistanlı bir abi vardı konuk oyuncu olarak :P

Grup arkadaşlarım: Boğaziçi EE okuyan GS lisesi mezunu, EE'den bilgisayara kaymayı ve akademik takılmayı düşünen bir arkadaş, GSÜ'yü fakülte birinciliğiyle bitirmiş, işletmeyle çift anadal yapan ve İşletme okumak için de Fransa'ya giden GSÜlü bir arkadaş, Bilkent'ten tanıdığım bir adam ki dersleri benden iyi, yine Bilkent mezunu bir kız, İran'da Şerif Üniversitesi'nde EE okuyan bir eleman ve son olarak da Hindistanlı bir lise öğrencisi. Gördüğünüz gibi kadro sağlam.

İlk hafta projeyle ilgili akademik makaleleri okuduk. Amacımız makaleyi simule eden projeye katkı sağlamaktı. Ozan reis tahtanın karşısına ne yapacağımızı şekillerle vs. anlattı. Perşembe günü ufak bir kısmını ben Python'da yazdım. Fakat devam edemedim çünkü İranlı adam "Beni beklesene üniversiteye rapor yazmam gerekiyor." diyip çalışmamı engelledi. Ertesi gün ben hasta oldum. Öğlen işe gittim ama İranlı benim gösterdiğim nezaketi bana göstermeyince asistan da işi o ve başkasına verince işin önemli bir kısmı elimden gitti ve ben projenin geri kalanında çok farklı şeyler yapmaya başladım. Hem iyi oldu hem kötü. Bunu sonraki yazımda açıklayacağım.

Grup içi sinerjiyi çabucak yakaladık. Muhabbet gırla. İş çıkışı beraber bir şeyler de yapıyoruz. Yardımlaşma da var. İş hayatı böyle olsa özel sektörü denerim dedim kendi kendime. Ama denemeyeceğim :) Çünkü gözetmen hocamızı ofise bisikletiyle (bisikleti fakülteye sokmuş adam) eşofmanlarla girdiğini görünce vazgeçtim.

Hocayla da tanıştık.Sonra ofisine gidip sohbet edelim dedik. Arkadaşlar birkaç soru sordu. Hatırladığım kadarıyla sorular ve özet niteliğinde cevaplar:

? : Neden özel sektör değil de akademi?
C: Özel sektörde hep aynı şeyle uğraşıyorsunuz, sıkıcı gözüküyor. Akademide ise uğraştığınız problem 6 ay - 2 yıl arasında değişiyor, yerine yenisi geliyor.

? : Neden Türkiye'ye döndünüz.
C: Cambridge'te çalışıyordum ama 18 yılını yurtdışında geçirmiş biri olarak artık bıktım. İnsan memleketi özlüyor. (Tam bu şekilde değil de. O konuştukça benim Singapur anılarım depreşti. İnsan yabancı ülkeye yabancı kalıyor ya. Bence onun anlattığı da buydu.)

? : Akademinin dezavantajları nelerdir?
C: Hakettiğimiz kadar para alamamamız. Örneğin eşim proje danışmanlığı yapıyor. Ondan biliyorum. (Benim 10 katım kazanıyor demedi tabii.)

İlk hafta olanların özeti bu. Teknik detaylara bir sonraki yazımda geçeceğim.

Görüşmek üzere.