Yahudi turunu yine aynı rehber veriyordu (döktürüyordu) Grupta birkaç tane yaşlı amca vardı, İsrailliymişler. Normalde paralı rehber eşliğinde geziyorlarmış ama bizim reisi beğendiklerinden onun gruba katılmışlar. Bazen rehber anlatırken tribe falan giriyorlardı. Bir tanesiyle muhabbet ettim (sonra birbirine benzedikleri için yanlışlıkla içlerinden biriyle daha muhabbet ettim.) Bisikletle Avrupa turu yapıyorlarmış, önceki gün Auschwitztelermiş. "Sizinkiler nasıl kurtuldu soykırımdan?" diye sordum (mallık edip siz nasıl kurtuldunuz diye soracaktım az daha) "Bizim aile 1932'de durumun vahametini fark edip İsrail'e göç etmiş, ben İsrail'de doğdum." dedi. "Biz de aslında Selanik göçmeniymişiz." dedim. "Oradaki Yahudileri hep Auschwitz'e sürdüler." dedi. Diğer amca da "Ya sizin ülke de iyiydi de şu sizin başkan laf etti diye biz turist olarak gelince kötü davranmaya başladılar" dedi.

Bu seferki tur önceki kadar ilgi çekici değildi tabii, hatırladığım birkaç şeyi yazayım.

Yahudi mahallesi (Kazimierz diyorlar, kuran kralın adı, güzel isim) Krakow şehrine 1335 yılında yeni mahalleler eklenip çevresine sur örülmesiyle kurulmuş. Tabii "Buraya yeni mahalle kurduk ismi Yahudi mahallesi, tüm Yahudileri bekliyoruz." diye değil de Polonya'nın Yahudilere dini özgürlük tanımasıyla Yahudiler buraya akın edince Yahudi mahallesi olmuş.

İkinci Dünya Savaşında büyük bir kısmı yıkılmış, sinagoglar ahır olmuş.

Yahudilerin ana mesleği para kazanmaktır, bunun için de o çağın en para getiren mesleklerini yaparlar tabii o zamanlar bu meslek tüccarlık. Burada da ana pazar meydanıyla kapışmak için Plac Nowy diye ayrı bir pazar meydanı kurmuşlar. (Kapitalizm foreva) Hemen ortasında da bir kesimhane var, koşer et (Yahudilerin helali) için.

Tabii ortada koşer et arayan Yahudi kalmayınca sandviççiler basmış. Ucuza sıcak sandviç (zapiekanka) yenebiliyor:



Hemen çevresinde de eskiden olduğu gibi ıncık cıncık satılıyor.


(Kaynak: inyourpocket.com)

Burası eskiden sinagogmuş ama şimdi bar olmuş. Duvarlarda hala Yahudi sembolleri görülebiliyor.





Bu da eski sinagoglardan. Yalnız sinagoglar genelde kare ve mütevazı yapılar oluyor. Cami ve kiliseler gibi heybetli şeyler beklemeyin.



Bunu Yahudilerle bi alakası yok ama hoşuma gitti:



Bu kilise St. Joseph kilisesi, Disney kilisesi diyorum kısaca ben. Niye şehrin bu kadar uzağına kurulmuş hiç bir fikrim yok, rehber de anlatmadı, ben de yanından geçerken "Aha bu neymiş böyle ya" diyerek fotoğrafını çekip gruba geri katıldım. Muhtemelen 1905'te yapıldığı için tarihi bir önemi yok, o yüzden anlatmıyorlar, şehre gelen turistlerin bir çoğunun haberi bile yoktur. Benim gezi sırasında gördüğüm en güzel kiliseydi.



Bu sandalyeli yer eskiden Krakow gettosunun (Almanların "Yahudiler artık burada yaşayacak diğerek kurduğu yer.) içinde kalan meydanmış, insanlar da burada sosyalleşiyormuş.



Sonra herkes pılısını pırtısını toplayamadan Naziler tarafından toplanınca burası insanların eşyaları etrafa saçılı halde kalakalmış. Bu tür bir "gidiş"i sembolize etmek ve sandalyelerin üzerini boş bırakarak birinin ortada olmadığını sembolize etmek için böyle bir anıt yapmışlar.

Rehberi reis "Bugün Krakow'da 600 kadar Yahudi yaşıyor. Burada Yahudi Kültür Merkezi var. Kapıları camları açık, kimseden korkuları yok. Bir şeyleri değiştirmek için çabalıyor." gibisinden cümleler kurarak bitirdi.

Eski kesimhaneye gidip sandviç yedim. İki yıl önce geldiğimizde arkadaşlar sandviçe acı sos koydurup acıdan yiyememişlerdi, gözlerinden yaş gelmişti hatta, hepsini ben götürmüştüm. Yine denedim, hala acı. :P

Hak'la tekrar buluştuk. Akşam pek bir şey yapmadık.

*

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Bugün plan Auschwitz'e gitmekti. Özel turlara 120 lira bayılmak yerine direkt otobüs terminaline gidip "Biz Auschwitze gidecez" dedik. Gidiş geliş toplam 24 lira falan tuttu sanıyorum.

Gidiş benim Bursa Orhangazi'den köye giderken kolonya ikram edilip Orhan Gencebay dinletilen tarzda bir minibüste oldu. İçerisi de çok sıcaktı. Kalkıp pardon diyip tavanı açıp, turistlerin alkışları ve tezahüratlarıyla yerime oturdum. Bir an için minibüsteki en karizmatık kişi olmanın haklı gururuyla iç çektim.

Auschwitz'te rehberli turlar ücretsiz, anlaşılan Polonya hükümeti insanların acısını paraya çevirme fırsatını geri tepmiş. Fakat muazzam bir kuyruk var turlar için. İnternetten rezervasyon yapılıyormuş (gece bakmıştım ama neyse orada hallederiz demiştim), ben telefonu açtığımda sadece 1 kişilik yer vardı. Kuyrukta sıra bize sıra geldiğinde tabii onu da kurutmuşlardı. Mecburen saat 4'ten sonra kendi başımıza takılacağımız bileti aldık. Hostelde tanıştığımız Tayvanlı amca da oradaydı, ben şimdi girecem diye inat etti Fransızca gruba yazıldı tek kelime Fransızca bilmemesine rağmen ehehe.

Saat 4'e kadar 1 saatimiz olduğundan iki tane daha kamp alanı varmış, onlara gittik.

Tren garının önünde o malum fotoğrafı çektik:



Kendimizi de çektik tabii ama yolocaust akımının kurbanı olmamak için asık yüzlü pozlar verdik.

Doğrusu bu geziyi daha çok "Yahu ikinci kez Krakow'a geliyoruz. Bari şurada da bulunalım." diye yaptık. Hani muhtemelen uzun uzun gezilip güzel ve bilgilendirici yazılar çıkartılabilirdi ama, ben yapmayacağım çünkü birincisi bunu benden daha iyi yapan bir sürü gezi yazısı var, ikincisi bunu gezi yazılarından da iyi yapan bir dolu film var. Bilgilenmek için de belgesel izlesin isteyen. Poznan'daki bilmemne heykelinin ne anlama geldiğini her yerde bulamayabilirsiniz (hatırlamak için araştırması bile çok zordu) ama bu yer için durum aynı değil.

İlk gezdiğimiz yerde geniş bir alan ve birkaç derme çatma barakadan başka bir şey yok. İnsanları ahır gibi yerde yaşatıyorlarmış.

 

Buraya biraz daha bakınıp asıl yere gittik. Burada binalar birkaç katlı ve dipdibe.



Nedense buraya girmek için havaalanındaki gibi güvenlikten geçmek gerekiyor.



Binaların içi müzeye dönüştürülmüş, çeşitli dökümanlar var ama çok var. Bir tur atıp çıktık.





Geri döndük. Tayvanlı amcaya sordum nasıl geçti senin tur diye. "20 yıl önce geldiğimde daha iyiydi. Şimdi çok ticari olmuş olay." diye yakındı. Hıh denim bizim memlekette olsaydı kim bilir neler olurdu.

*

Akşam kesimhaneye gidip sandviç alıp oturduk. Yorucu bir günün sonunda akşam çökerken kalabalığa bakıp sandviç yemek bir yandan da güvercinlere kırıntıları atmak oldukça rahatlatıcıydı.

"Heeeeeeey!!!!" diye bağırdı Hak.

Wroclaw'da beraber takıldığımız, sonra bize "Hey belki Krakow'da da görüşürüz" demesine rağmen hıyarlık edip hiçbir iletişim bilgisini almadığımız Amerikalı Nathan da sandviçini bitirmiş önümüzden geçiyordu.

Dedik "Ya pardon öyle hiç iletişim bilgisi almadan ayrıldık görüşemedik." falan. Biraz muhabbet ettik. Kırıntı attığımız güvercinlerden biri oralı olmazken biri her şeyi yeme derdindeydi, "Bu homeless güvercin herhalde." diye dalga geçti Nathan, şakalaştık. Elimizde kalan bozuk zlotyleri saydık. Dedik buradan bir tane daha sandviç çıkar. Tam o anda bizim donanımhaber ölücüsü olduğumuzu anlayan bir abla gelip "Ben bunu bitiremedim ya siz yer misiniz?" dedi yenisini almaya gerek kalmadı. (Kalan zlotylerle ne yaptık hatırlamıyorum.) Nathanla kalenin önünde bir hatıra fotoğrafı çektirdik. Nathan "Stop following me guys!" diye tembihledi ve gülerek ayrıldık.

Akşam toplanıp saat 10'daki Budapeşte otobüsüne yetişmek için yola çıktık. Yine pintiliğimiz üzerimizde çantalarla kan ter içinde otobüs terminaline gitmeye çalışıyoruz. En sancılı yetişme macerası bu oldu, terminal açık ama kapısı kapalı. Vuruyoruz cevap veren yok. Hizmetli var bir tane etrafı süpüren, tınlamıyor bile. Tam Polonya'dan ayrılıcakken kafamdaki Polonyalı imajı değişmeye başladı birden bire. (Belki Krakowlular öküzdü?) birkaç turist ablayla beraber oraya buraya koştura koştura girişi bulduk ve yine otobüse son anda yetiştik.

Güle güle Polonya.